Üzerinde zamanın bütün kalıntılarını barındıran bir orta sehpa vardı evin tam merkezinde. Adına yakışır şekilde; orta sehpa, ortanın sehpası. Bütün duvarlara olan uzaklığı eşit değildi aslında ama bize öyleymiş gibi geliyordu. Sanki ikimizin odasından da ona ulaşmak aynı zorluk seviyesindeydi. Zamanımızın çoğunu onun çevresinde geçiriyor, her öğünümüzü midemize göndermeden önce onun üzerine koyuyorduk. Hatta bazen midemize gitmese bile ona yerleştiriyorduk. Çünkü her zaman ne kadar yiyebileceğimizi kestiremiyorduk. Mesela bir pizza dilimi onun üstünde 3 ay kadar kalmıştı. Ama yine de birinin midesine gitmişti.
Onunla tanıştığımız zamanı net bir şekilde hatırlamıyorum. Adem benim için sırtımdaki bir ben gibiydi. Sanki hep oradaydı da ben onu sonradan fark etmiştim. Yalnız başına takılıyordu, aynaya bakmamla onu keşfettim ve sonrasında da yalnız başına takılmaya devam etti. Hayatındaki birinin figürandan farksız olması pek mümkün değildi. Selam dahi vermezdi ve sadece ihtiyaçlarına yönelik konuşurdu. Öyle faydacı bir insan da değildi aslında. Yapamıyordu. Yaşamak konusunda becerisi yoktu. İnsanlarla iletişime geçemiyordu. Onu keşfetmesem, o beni keşfetmezdi. Kendi halinde takılmaya devam ederdi. Onu da bu yüzden seviyordum. Zihninde yaşamak dışında bir çaresi olmayan, kimseyi etkileyemeyeceğini bildiği için buna uğraşmayan, olduğu gibi biriydi.
Pizzanın ise ilk geldiği gün dün gibi aklımda. Büyük boy söylememem gerektiğini biliyordum ama çok açtım. Normalde orta boy ile yetinirdim ama büyük boy kampanyası beni çok etkiledi. Kampanya sadece Mantar Şöleni isimli pizza için geçerliydi. Peynir olarak uyduruk mozarellanın yanında rokfor da kullanmışlardı ve üstünde sadece mantar vardı. İsmi gayet makul gördündü. Odasında takılan Adem’e de pizza ister mi diye danıştım, hayır cevabını alınca sadece kendime söyledim. Gelen pizzayı pek tabii bitiremedim. Adem’e ister mi diye tekrar sordum. “Sehpanın üzerinde dursun, karnım acıkırsa yerim.” dedi. Sanırım acıkması 3 ay sürdü. O gün işten geç bir saatte geldim. Kapıyı açınca evin bütün rutubeti yüzüme hücum etti. Eve her girişim bir portaldan geçiyormuş gibi hissettiriyordu. Bir spotçuyu andıran yuvamıza göz attım. Kanepeyle bir bütün olmuş Adem’le göz göze geldim. Elinde bir pizza diliminin son parçasını tutuyordu. Önce idrak edemedim. Küflü pizza dilimini yiyordu. Oysa ona defalarca kez bu tarz şeyler yapmaması gerektiğini söylemiştim. Ama ne için yediğinin farkındaydım. Ben ona engel olamadan son parçayı da ağzına attı. Çiğnerken gözlerimin içine baktı, ta ki ağzındaki lokmayı yutana kadar. “Mutlu musun?” diye sordum. Bana sadece “Ben mutlu olmam.” dedi. Cevabının zihnimdeki yankısının bitmesine fırsat vermeden odasına gitti. Bir süre ayakta kaldım. Ev arkadaşı seçmek konusunda daha dikkatli olmalıydım ama olamayacağımın farkındaydım. Beni herhangi bir şekilde düşünmeye itmeyecek ve bana herhangi bir orijinal deneyim yaşatmayacak insanları en çok gördüğüm kişiler yapmayı hiç sevmezdim.
Adem’in defalarca kez berbat şeyler yediğine tanık olduğum için pizzanın ona zarar vermeyeceğini düşündüm, aslında ona nasıl olduğunu sorabilirdim ama yorgundum ve onunla iletişime geçmek, hele ki odasına kapandıysa çok zor oluyordu. Ben salonda otururken tuvalete girdi. Loş ışığın altında net göremediğim yüzünde lekeler vardı sanki, yürüyüşü de garip geldi. Bedeninin her bir parçası ayrı hareket ediyor gibiydi. İşkillendim, tuvaletin kapısını çalıp “İyi misin?” diye sordum. “Her zamanki gibi iyi değilim.” cevabını verdi. Cümlenin içinde “her zamanki” geçmesi beni rahatlattı. Gördüğümü sandığım gariplikleri yorgunluğuma verdim, odama geçtim ve uyudum.
Gece Adem’in odasından garip sesler geldi. İnliyor, hırıldıyor ve bazen de çiğneme sesleri çıkarıyordu. Bir şey olduğundan şüphelenip odasına gittim. Hastaneye götürmeyi teklif ettim. Uyumaya çalıştığını söyledi. Ondan dolayı öyle sesler çıkarıyormuş. Ben de ısrar etmekten nefret eden biri olduğum için fazla üstelemedim. Ve yatağıma geçip uyudum. Keşke ısrarcı olsaymışım. Bunu sabah uyanınca fark ettim.
Sabah odasından geç saate kadar çıkmayınca şüphelenip yanına gittim. Gördüklerim karşısında şok geçirdim. Gece bütün bedeni buzdolabında unutulan bir portakal gibi çürümüş, ten rengi daha önce hiç görmediğim bir griye bürünmüş, berbat halde ayakta dikiliyordu. Odasının bir parçası gibi görünüyordu. Hiç temizlemediği odasıyla bütünleşmişti adeta. Duvardaki küfler bedenine sirayet etmişti sanki. Ama öyle olmadığı belliydi. Onu bu hale muhtemelen pizza dilimi getirmişti. “Benden uzak dur,” dedi “seni ısırmak istiyorum.” Bunun cinsel bir istek olmadığını anlamak hiç zor olmadı. Beni bir yemek gibi gördüğü belliydi. Hemen odasından çıktım ve kapıyı kilitledim. Ambulans çağıracağımı söyledim. Bunu istemedi. Boynundaki bir rahatsızlıktan dolayı gitmediği doktor kalmamıştı ve hiçbiri sorununa çare bulamamıştı. Bu sebeple doktora ve tıbba karşı olan bütün güvenini kaybetmişti. Ona ne yapalım, diye sordum. “Bekleyeceğiz.” dedi. Bazen ısrarcı olmak gerektiğini az önce fark etmiştim ama yine ısrarcı olamadım. Hem hala nefret ediyordum hem de aklıma başka bir şey de gelmiyordu.
Adem odasından çıkmamak konusunda kararlıydı. Ben de pek çıkması taraftarı değildim. Kapısına gidip, “Benden bir isteğin var mı?” diye sordum. “Beyin söğüş bulabilir misin?” dedi. Bulabileceğimi söyledim. “Bir ricam daha olacak.” dedi. “Dışarı çıkarken bacağımı da çöpe atabilir misin?” Bir şok daha. “Bacağın mı düştü lan?” diye sordum ama cevap vermedi. Bir süre sessizlik oldu. “Acele karar verme, belki sonra lazım olur.” dedim. “Olmaz.” diye karşılık verdi. “Bence hastaneye gitmeliyiz.” cümlesini kurdum en sonunda. “Çabalamayacağım.” dedi. “Bu şekilde devam edeceğim. Muhtemelen benim için değişen hiçbir şey olmayacak. Sadece sana biraz yük olacağım.” Sorun olmayacağını söyledim. Kapının önünden uzaklaşmamı istedi. Uzaklaştım. Kapısını biraz araladı ve bacağını odasının hemen dışına koydu. “Kapıyı kilitler misin?” diye sordu. Gittim kapısını kilitledim. Bacağı aldım ve beyin söğüş için dışarı çıktım.
Bacağı sokaktaki bir dilenci istedi. İki bacağı da sağlam görünüyordu. Ne yapacağını sordum. “Bizim piyasada bacak kapış kapış gidiyor.” dedi. Elimdeki bacağın ne kadar kullanılabilir olduğundan emin değildim, müşterimi dolandırmak istemediğim için bacağın defolu olabileceğinden, kendi sahibini bile terk ettiğinden bahsettim. “Sorun olmaz.” dedi, “Bizi hiçbir şey kabul etmez, alışığız.” Şansa bak beyin söğüş almaya diye çıkıp Diyojen’e denk geldim. Bir şekilde söğüşlerin parasını çıkarmam gerektiği için bacağı dilenciye sattım.
Söğüşçüden dürümün içine sadece beyin koymasını istedim. “Abim, gözüm ve yanağım da çok iyidir, onlardan da ekleyeyim.” dedi. Tek istediğimin beyin olduğunu söyledim. Arkadaşım beyin istemişti, dürümün içeriğiyle ilgili inisiyatif almak istemiyordum. Kendime karışık yaptırdım. Hafta sonu kahvaltısı olarak söğüş dürüm ne kadar mantıklı bilmiyorum ama canım çekti. Ödemeyi yaparken camın ardındaki kuzu kellelerini Adem’e benzettim. Boş bakıyorlardı. Ne düşündüklerini bilmiyordum ve hepsi genç yaşlarında ruhlarından olmuştu. Bacağın bir kısmıyla ödememi yaptım. Yaptığım hesaba göre 2 söğüş dürüm 4 ayak parmağına denk geliyordu. Kuzunun beyniyle insanın ayak parmağının denk olduğunu düşünmüyordum. Piyasada bacak bulmanın zor olması kuzuların suçu değildi. Eve geldiğimde Adem’i orta sehpanın yanında gördüm. Orta sehpanın üstü temizdi. “Hoşgeldin.” dedi bana. Gayet sıcaktı. Anlamlandıramadım ama mutlu oldum. Yanına geçtim ve dürümünü verdim. “Nasılsın?” diye sordu. Çürümenin Adem üzerinde olumlu bir etkisi olmuştu sanırım. Herkesten uzaklaşacağı düşüncesi de onu bana yakınlaştırmış olabilir. “Ben iyiyim,” dedim “seni sormalı?” Bütün gece uyumamış. Düşünmüş. Vücudunun onu terk edişi canını sıkmış. “Sadece ben vardım hayatımda ve bana yetiyordu ya da ben öyle sanıyordum. Ben de kendimi terk etmeye başlayınca düşüncelerim değişti. Senin evden çıkman, her ne kadar geri dönecek olsan da canımı sıktı. Evin içerisinde yalnız olmak iyi gelmedi. Ben de yalnız değilmişim gibi hissettirsin diye orta sehpanın yanına yerleştim. İyi geldi. Üstü ne kadar kirlenmiş. Temizledim. Bu arada hala seni ısırmak istiyorum ama kendime engel olabilirim. Yalnız kalmak istemiyorum.” dedi.

Yorum bırakın